1966 İzmit Baç Doğumlu bir Kocaelisporlunun, Kocaeli, Türkiye ve Dünya ile ilgili yorumları burada...
Kuruluşu: 1.1.2000 KOCAELİ/İZMİT- Cuma, Şubat 28, 2020 Kurucusu: Hakan Yağcıoğlu
Deve dikeni neden sever ?..
HAKAN YAĞCIOĞLU
Güncel hayatta da sık sık kullandığımız bir deyimdir bu. Hatta arkasından kötü sözler de eklenerek sarf edilir. Ama, aslında küfürsüz ve gerçek bir deyimdir bu. Pekala deve, dikeni neden sever ?..
Deve dikeni sever, çünkü, hayvan diken yedikçe ağzı kanar ve kanındaki tuzu çok sevip, diken yemeye devam eder. Hayvan aklı işte. Dün şu haberi okurken aklıma geldi bu deyim. Önce haberi bir okuyalım…
“Jet Fadıl” lakaplı Fadıl Akgündüz’ün dolandırıcılık iddiasıyla yargılanmasına devam edildi. Tutuksuz sanık Akgündüz’ün avukatı, Akgündüz’ün duruşma öncesinde saldırıya maruz kaldığını ve hastaneye sevk edildiğini belirtti. Mahkeme heyeti, Fadıl Akgündüz’ün de aralarında bulunduğu sanıkların tutuklanması ve mal varlıklarına tedbir konulmasına ilişkin talebi reddederek, müşteki ifadelerin tamamlanmasının ardından bilirkişi raporu alınmasına karar vererek duruşmayı erteledi…”
Kastelli bile iki kez kandıramadı
Nasıl bir toplum olduk böyle? Hepimiz birer deve gibiyiz, ağzımız kanadıkça dikeni yemeye devam ediyoruz. Siirt Jet Pa takımı üzerinden tasarımlar yapıp, milleti dolandıran bu herif, milletin yüzüne bakabilme cesaretini gösterirken, onun yüzünden intihar edenlerin hesabını bile vermedi. Bir ara kendini mehdi ilan etti. Deli ayaklarına yattı. Millet acıdı. Yeniden bir kampanya başlattı, paraları topladı, yine birçok insan aldatıldığını anladıktan sonra aklı başına geldi, ama yine iş işten geçti, yine binlercesinin kıçı açıkta kaldı. Sonra da ağzı kanayan devler gibi, mahkeme basıp, adamın avukatını dövüyorlar. Uzaydan gelene taş atmak gibi bir aptallık durumu yani. Sen zamanında önlem alma, sonra da gel adamın yerine, avukatına saldır. Avukat görevini yapıyor.
Ama kime anlatırsın ?..
Banker Kastelli bile 80’li yıllarda milleti böyle iki kez göz göre görev dolandıramamıştı.
Anlı şanlı Cüneyt Arkın bile, rol aldığı Kastelli reklamlarında oynadıktan sonra, millet ona güvenip dolandırılınca, özür dilememişti.
Dedim ya… Biz dikeni seviyoruz !..
( 15.40 )
Herkes artık kabul etsin:
İnternet bağ-ım-lı-sı-yız !..
HAKAN YAĞCIOĞLU
Türkiye’de insanların internette geçirdikleri süre ile uyku süreleri eşitlenmiş. Günün 7,5 saatini internette, 7,5 saatini de uykuda geçiriyormuşuz. 84 milyona yaklaşan nüfusumuzun yüzde 74’ü, yani 62.7 milyon kişi internet kullanıyor.
Global sosyal medya ajansları We Are Social ve Hoot Suite tarafından yayınlanan “Dijital Türkiye 2020” raporuna göre, 83.88 milyon nüfusa sahip Türkiye’de yetişkinlerin yüzde 74’ü, yani 62.7 milyonu internet kullanıyor. Türkiye’de son bir yılda internet kullanan kişi sayısı 2.4 milyon, cep telefonu kullanıcısı 2.6 milyon, aktif sosyal medya kullanıcısı sayısı da 2.2 milyon arttı. Raporda Türklerin günde ortalama 7 saat 29 dakikalarını internette geçirdiklerinin altı çizilirken; bu süre, Türk Uyku Derneği’nin araştırmasında belirlenen günlük uyku ortalaması ile aynı.
Pekala rakamlar yalan söyler mi ?..
Hayır…
Bunun için istatistikçi falan olmaya da gerek yok…
Görünen köy kılavuz istemiyor…
Sabah işe giderken, otobüste (şoför dahil) herkesin başı önde. Bu millet Kurtuluş Savaşı’nda 7 düvele karşı bile başını eğmemişken, şimdi 7’den 77’ye herkes boş kaldı mı saldırıyor telefonlara, başlar öne eğiliyor. Hani şairin dediği gibi “Başın öne eğilmesin” dizeleri, artık tatlı birer nostaljik mısra olmuş.
Kimse inkâr etmesin. Herkes birer internet bağımlısı. Çocuklar da bağımlı olmaya aday. Rakam ortada, 84 milyon nüfustan 63 milyon kişi, günde 7.5 saat internette bağlı kalıyor. 7.5 saat uyuyan bu millet, kalan 9 saatte de işyerinde çalışıyor. Tabii orada da boş zamanlarında sık sık internete bağımlı olarak yaşıyor.
54 milyon sosyal medya kullanıcısı var
Cuma gününe 33 şehidin haberiyle yas içinde uyanan Türkiye’de, dün sabahtan itibaren bazı sosyal medya ağına ulaşım engellendi.
Sebep belli…
Provokasyon…
Bu kadar etkili mi sosyal medya ?..
Kesinlikle evet…
Bahsi geçen araştırmada, bu rakamlar da açık ve seçik gözler önüne seriliyor. 16-64 yaş aralığındaki kişilerin yüzde 89’u akıllı telefon kullanırken, yüzde 67’si diz ya da masa üstü bilgisayara sahip. Tablet bilgisayar kullananların oranı da yüzde 45. Rapor, Türklerin günde ortalama 3 saat 4 dakikalarını televizyon izleyerek, 2 saat 51 dakikalarını sosyal medyada, 1 saat 21 dakikalarını müzik dinleyerek, 58 dakikalarını da oyunla geçirdiklerini ortaya koyuyor. Dijital Türkiye 2020 Raporu’na göre, Türkiye’de toplam 54 milyon sosyal medya kullanıcısı bulunuyor ve bunların yüzde 99’u sosyal medyaya mobil cihazlarla bağlanıyor…
Pekala çözüm ne ?..
Çocuklarımız artık tamamen sanal âlemde bulunuyor. Tüm uyarılara rağmen de sanal bir dünya kurmuşlar ve o hayal âleminde dakikada bir adam öldürüyorlar. Her vuruşlarında kan ekrana fışkırıyor ve 10 yaşındaki çocuklar bu oyunlarla büyüyor. Amerika’dan gelen haberlere şaşırmıyoruz bile. Alıştık çünkü. Ama o görüntülere biraz daha dikkatle bakarsak, her şeyi göreceğiz. Koca koca adamlar, 45-50 yaşındaki kocamış herifler, günlerce kuyruğa girerek, yeni çıkan oyunları satın almaya çalışıyorlar. Bu ülkede henüz böyle şeyler görülmüyor ama, görmemiz yakındır. Ülkemde henüz konuşmayı bile bilmeyen bebelerin ellerine hemen telefon tutuşturuluyor, çizgi filme monte edilen robot çocuklar, anasını-babasını ‘rahatsız’ etmiyor…
“E, madem bakamıyorsun, niye doğurdun be kardeşim” dediğinizde de, sizinle dalga geçer gibi “Allah verdi” diyorlar…
Pekala, alın size çözüm… Çocukları spor okullarına yazdırın. Sanal değil birbiriyle gerçek ortamda rekabet etsinler. Enerjilerini harcasınlar, sağlıklı vücutlara kavuşsunlar. Bakın bakalım o zaman, bilgisayar ve diğer şeylere bu kadar bağımlı olacaklar mı?..
Spor okullarında düzenli spor yapan çocuğu internet kafeye de, kahveye de, bilgisayara da uzun süre oturtamazsınız, çünkü yerinde duramaz. Tabii ki yine sosyal ağları kullanacak ama, faydalı işler için. Sahada gerçekten spor kuralları içerisinde tekme yediği, yumruk yediği zaman canı acıyınca, bunun sanal olmadığını öğrenecektir. Dolayısıyla da, öyle gelişi güzel adam öldürmenin o kadar da kolay olmayacağını anlayacaktır.
Ve çocuğu toprakla tanıştırın. Tırnaklarının arasına kirli toprak girsin. Simsiyah olsun, bırakın. Hayatın toprak olduğunu, tabiat olduğunu hissetsin. Sokaklarda artık çocuk çığlıklarının, cıvıltılarının olmaması, sizce normal mi?..
Hiç de değil…
Bugünden tezi yok, şu internet bağımlılığı konusunda acil önlemler alınmalı. Devleti beklemeyin, söz konusu sizin aileniz ve karınızı, kocanızı, çocuklarınızı uyarın, spora yönlendirin !..
( 14.39 )
Terim ve Demirören Türk futbolunun dibine en büyük dinamiti koydu!..
HAKAN YAĞCIOĞLU
Ocak 2015... TFF Başkanı Yıldırım Demirören ile Milli Takımlar Direktörü Fatih Terim, bir toplantı yapıyor ve tarihi kararla, yabancı sınırlamasını kaldırıyor, Türk futbolunun altına en güçlü dinamiti koyuyor. Bavulunu kapan Türkiye'ye geliyor, "Milleti kandırıp, futbolcu olamasam bile, Sultanahmet'te kol saati satar ekmeğimi çıkarırım" düşüncesiyle akın başlıyor.
İlk zamanlar her şey güllük gülistanlık gidiyor. İleriyi göremeyen ülkemin insanları, "Yabancıları izlemek de bir başka keyif" diyerek "Bizimkilerden daha iyi oynuyorlar" ihanetine ortak oluyor. Sonra, kulüplerin bütçeleri tecrübesiz genç ve işi bitmiş yaşlı yıldızlara bile yetmeyince iflaslar art arda geliyor, iflas etmemiş olanlar ise daha ucuz oyunculara yöneliyor. Avrupa'da işsiz gezen bir çok sefil, araya menajer bozuntularını koyarak kulüpleri kandırıyor, bol bol borçlandırıyor, parasını alamazsa bile, diğer takımlardaki vatandaşlarıyla karşılıklı maçları kurup, ülkeler arası diyalogla ortalığı soyup soğana çeviriyor. Yönetimler de buna, trene bakar gibi bakıyor.
Yıllar yılları, sezonlar sezonları kovalıyor. 2019 sezonunun başına geliniyor. Aynı yasayı çıkaran Fatih Terim, kafasına kafasına dayatılan Falcao transferine karşı çıkıyor "Dengeler bozulur" diyor, ancak kendi yarattığı canavarın dişlileri arasında kıvranıyor.
Bir spor politikamız yok ki !..
Pekala, ülkeye değil spora bile yabancı olan bu insanlar nasıl elini kolunu sallaya sallaya gelip, Türkiye'de, Süper Lig, olmazsa 1.Lig'de de forma giyiyor. Altınordu bunlarla nasıl baş edemiyor, herkes gerçeği görmesine rağmen nasıl çözüm bulunamıyor?.. Bir yıl daha işsiz kalmamak için Süper Lig'de giydikleri formaya ihanet edip takımı düyürüp, bir sene sonra 1.Lig'de oynayan bu 'futbol yabancılarına' kim dur diyebilecek ?..
Boşuna beklemeyin, heveslenmeyin...
Kimse diyemez...
Çünkü herkes aynı gemiye binmiş, bilinmeze yolculuk ederken, küpünü doldurmaya çabalıyor... Gemi batmaya başladığında da, güverteyi fareler olarak hemen ilk onlar terk edecek...
TFF'nin içinde...
Teknik direktörlük mafyası içinde...
Uyruğu TC olan çok sayıda dış kökenli menajer bozuntusu ve onların dayıları var...
Bu dayıların istediği transferleri yapmazsan, su içerken bile, bunlar adamı sokar.
Öylesine yılandırlar yani...
Halbuki yıllardır bir türlü oturtamadığımız spor politikamızı yerleştirsek, yabancı almayı serbest bırakırken, kulüp yönetimlerini eğiterek, bu yılan soylu dayıları onların içine sokmasak, temizlesek, kirli çamaşırlarını ortaya çıkarsak, şike olayını futboldan tamamen temizleyebilsek, haksızlığa uğrayan dürüst teknik adam, futbolcu, yöneticiler, başlarına bir şey gelecek diye korktukları için 'kral çıplak' diyemezken, gizli de olsa onlardan raporlar alsak ve üzerlerine bakanlık düzeyinde gitsek, Cengiz Ünder, Merih Demiral, Mert Günok gibi yıldızların bu ülkenin topraklarından yetiştiğini anlatabilsek ve milli Altınordu oluşumlarına tam destek verebilsek, en ücra köşedeki ana babanın kafasına, oğlunun yetiştiğinde gelir getiren bir yıldız olacağı garantisini verebilsek, okul ile spor eğitimini bir araya getirebilsek, neler olur neler ?..
Terim'in 'devrim' diye yutturduğu yabancı sınırlamasının kalkışına karşı, Şenol Güneş'in 'milli' politikasını acilen hayata geçirirsek, asıl devrimi o zaman göreceğiz...
Sembol isim olarak Şenol Güneş ve bakanlık acilen bir araya gelerek, spor politikasını oluşturmalıdır... Güneş ve bakanın lokomotifliğinde ise akademisyenler, akil insanlar, ak saçlıların da katılımıyla oluşturulacak bu politika, ülkenin geleceğini kurtaracak yegâne seçenektir... ( 13.36 )
Ne Amerika, ne Rusya, ne Çin
herşey bağımsız Türkiye için !..
HAKAN YAĞCIOĞLU
İdlib'den gelen acı haber, sanki bu kez yürekleri daha da derinden yaktı gibi. Masa başında bu yazıyı yazarken, 80 öncesinin meşhur sloganı geldi aklıma. Hani duvarlara yazılırdı boyalarla: Ne Amerika, ne Rusya, ne Çin, herşey bağımsız Türkiye için !.. 40 yıl öncesinin sloganına rağmen, aymazlığımızın sonu: 33 şehit...
Sanki alıştırıldık ve biraz da kendimiz kolayca alışıyoruz bazı şeylere. Bir intihar, bir kaza, bir salgın hastalıktan ölüme fazla önem vermiyoruz. Çünkü başında bir var. Ama sayı artınca, hepimizi bir panik ve yas hali alıyor. Şehit haberleri de öyle. Düne kadar 1-2 şehit oldu mu, normal hayat akışında gidiyordu. Ama 33 şehit haberi gelince, yorumcular sabahlara kadar yorumlar yaptı, bilirkişiler bir şey bilmedikleri için bol keseden atmaya devam ettiler. Halbuki 1 şehidin acısıyla, 33 şehidin acısı aynı olmalıydı. Bir şehit gelince de ahkam kesmeliydiniz. Çünkü onların herbirinin evine düşen acının yangını, 33'le de 1033 'le de aynı. Bunu bir anlayabilsek, zaten bugünlere gelmezdik.
M.Kemal Atatürk: Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur
Atatürk'çüyüz diye sokağa dökülenler ABD ile iş tutarken, peygamberin izinden gidiyorum diyenler Çin ile, Rusya ile, İran ile kol kola geziyordu. Halbuki çok uzağa gitmeye gerek yoktu: 80 öncesinin gençlerinin, hem sağcısının, hem solcunun sloganı aynıydı: Ne ABD, ne Rusya, ne Çin, herşey bağımsız Türkiye için... Ve bugün tüm aklı evveller uyandı: Ne Rusya, ne Amerika, ne de Çin... Ükeler arasında dostluk yok, çıkarlar vardır. Bakalım yarına nasıl uyanacağız ?..
Hâlâ ölenler için 'kelle başı hesabı yapan' vicdansızların yaşadığı bu ülkede, bir şehidin ailesinin açısının hiç olmazsa yüzde 10'u yaşansaydı, 33 şehitten önceki gün de 3 şehidin olduğu hatırlanırdı. Hatta 30 yıldır süren bu kaosta ölen her bir kişi için yas tutmayı ve ailesi için empati yapmayı becerebilsek, bugünlere gelmezdik.
Atatürk'ün sözünü hiç olmazsa Atatürkçüyüm diyenler hatırlasaydı, bu kadar süre kaybetmezdik, bu kadar süre başkalarının avuçlarına bakmazdık. "Ben bu insanlara uşaklık etmeyi öğretemedim" diyerek dünyanın en zekice esprisini yapan yüzyılların dahisi Atatürk, şimdi yasasaydı, kimin kime uşaklık ettiğini gayet iyi görürdü.
Cumhurbaşkanı olduktan sonra hiç yurt dışı seyahati yapmayan Yüce Atatürk, torunlarının halini görseydi, bin kez daha ölürdü.
Memleket Rusçu, Amerikancı, Çinci, İrancı diye bölündü...
Ülke düne kadar, kaosçu ortamda Rusçu, Amerikancı, Çinci, İrancı diye bölünürken, kimse Türkiyeli olmayı berecemedi. 33 şehit, sanki biraz insanların gözünü açtı gibi. Dünden itibaren yorumlara baktığımızda, yukarıdaki ülkelerin hiç birinin samimi olmadığı, aç köpekler gibi herkesin, Türkiye'yi didik didik parçalamak için fırsat kolladığı ortaya çıktı.
İnşallah bu saatten sonra akıllanırız...
Yastayız...
Umutlu olmak durumundayız...
Yaşamımızı devam etirmek durumundayız...
Ülkeye, ailelerimize karşı sorumluluklarımız var...
Atatürk de böyle isterdi...
Kurtuluş Savaşı'nda ölenler ne 3, ne 33, ne de 333'tü...
Yüzbinlerdi...
Onların altlarında arabaları değil, eşekleri bile yoktu...
Ama yüreklerinde namus, vatan ve emek denen değerler vardı...
Başını kuma gömüp kıçını açıkta bırakan deve kuşları gibi, ellerinde beyinsiz hale gelen telefonlarla dakikalarını boşa harcayan bir gençlik değildi Atatürk'ün istediği...
Stalin ona faşist dedi...
Mussolini sosyalist...
Ama milleti ona MUSTAFA KEMAL dedi...
İşte asıl şimdi gerçek ATATÜRK'çü olma zamanı geldi...
Korkun tarikatlar !..
'Bir millet utanıyor'du...
Ama inşallah şimdi yeniden...
Bir millet uyanıyor...
( 11.33 )
|