Pazar günü, II. İnönü Zaferi'nin yıl dönümü... (31 Mart 1921)...
Pazar günü, II. İnönü Zaferi'nin yıl dönümü... Yeni bir coşkuyla, yeni bir heyecanla kutluyoruz...
HAKAN YAĞCIOĞLU - Yunan ordusunun Bursa ve Uşak grupları, 23 Mart 1921 günü ilerlemeye başladılar. Düşman, 26 Mart akşamı İsmet Paşa’nın, birliklerine tutturduğu dayanmaların sağ kanadı ilerisine yanaştı. Ertesi gün, bütün cephede karşılaşmalar oldu. Düşman 28’de sağ kanadımıza saldırdı. 29’da her iki kanattan saldırdı. Düşman yerel önemli başarılar elde ediyordu. 30 Mart günü sert çarpışmalarla geçti. Bu çarpışmalar da düşman yararına sonuçlandı. Bundan sonra da sıra bize geliyordu. İsmet Paşa 31 Mart günü karşı saldırıya geçti ve düşmanı yenerek 31 Mart'ı 1 Nisan'a bağlayan gece, geri çekilmek zorunda bıraktı. Böylece devrim tarihimizin bir sayfası, İkinci İnönü utkusuyla yazıldı. ( 16.50 )
Bugün, Atamızın emriyle, Türk Çocuklarının İlk Eğitimlerini Türk Okullarında Yapmalarını Mecbur Kılan Kanunun Kabulû'nün yıldönümü (29 Mart 1931)...
"Cumhurbaşkanı olmasaydım, Milli Eğitim Bakanı olmak isterdim" diyen bin yılların lideri, 29 Mart 1931'de bu kanunu yürürlüğe koyarken, adeta bugünleri görmüş gibiydi... Bir garabet eğitim sistemi var ki, sormayın gitsin... Devlet okulundan mezun olanlar kendini beğenmiyor, yabancı okulları bitirenler narsist oluyor, ailesini, akadaşlarını ve ülkeyi beğenmiyor... Bir garipliktir sürüyor...Seçim vaatleri arasında sık sık 'Çocuklarımızı yabancı ülkeye göndereceğiz' türünden saçma sapan sözcükler sarf ediliyor...
HAKAN YAĞCIOĞLU - Bin yıllarımızın lideri, gelecek bin yılda da rakipsiz gözüküyor... Geleceği sezinleyen, zekâ seviyesi son derece yüksek olan Atatürk, adeta bugünleri görmüş olacak ki, eğitimdeki fırsat eşitliğinin bozulmaması için, 1931 yılında bugün, Türk Çocuklarının Türk Okullarında İlk Eğitimini almasına dair kanunu yürürlüğe koymuştu. Haksız mıydı?
Şimdi 2.Cumhuriyetçiler diyecek ki 'İyi yapmamış. Özgürlük var, istediğim okulda çocuğumu okuturum'... Bu kiyiler, acaba çocuğunu devlet okulunda bile zar zor okutabilenlerin halinden anlayabiliyor mu? Empati yapabiliyor mu? Ayrıca devlet okulu görmeyen, rahat yetişen, zorluk nedir bilmeyen çocukların, özel okulları bitirdikten sonra, iş hayatında topluma nasıl adapte olamadığını görmüyor muyuz? O çocuklara da yazık değil mi? Yoksulun çocuğu da, zenginin çocuğu da bizim çocuğumuzdur. Fırsat eşitliği en çok onların hakkıdır.
Bugün özel okulları bitiren ve adeta ayrı bir dilden konuşmaya başlayan çocukların psikolojisi kadar, yoksul çocuklarının da onlarla aynı diplomaya sahip olmasına rağmen ezilip büzülmelerinin hesabını kim verebilir? Böylesi bir toplumda eşiklikten nasıl söz edebilirsiniz? Bunu neredeyse 90 yıl önce gören Atamız, bu kanunu çıkarırken, özel okul diye birşey yoktu. Tek tük Amerikan ve Ruhban okulu vardı, o kadar... İşte önsezi, işte geleceği görebilmek ve realite budur. Her yıl milli eğitimdeki değişikliklerden kafası iyice allak bullak olan çocuklarımız ile onların ebeveynleri, neden aynı dili kullanamıyorlar, sanırım şimdi daha iyi anlıyorsunuzdur?.. ( 15.50 )
Bu seçim öncesinde büyüklüğünü daha da iyi anladık?.. Hâlâ senin mirasını parçalayarak yemeye çalışıyorlar...
Ne senden geçeriz, ne senin eserinden sözcükleriyle biten cenaze merasimindeki sözcükler hala yutkunmamızı zor engelliyor. Gözlerimiz buğulanıyor. Bu seçimdeki mitinglerden bir kez daha anladık ki, hâlâ senin mirasından beslenmeye çalışıyorlar ve sağından da, solundan da dişleriyle, tırnaklarıyla parçalamaya çalışıyorlar... Yahu bu insanlar seni ve eserini niye anlayamıyorlar?..
HAKAN YAĞCIOĞLU - Ey Ata'm. Çok yalnızız. Çok sıkılıyoruz... Bıktık... Usandık... Senin emanetine ihanet eden, mirasını sağdan da soldan da ortadan da saldırarak paramparça etmeye çalışan, hiç utanmayan ve sıkılmayan evlatların, maalesef sana yakışamıyorlar. Esiliyorlar, yetersiz kalıyorlar. herkesin dilinde şu var: "Atatürk yaşasaydı, bizim partiden olurdu".. Bunu söyleyen şeriatçılar bile var... Gerisini sen düşün artık !..
Sana layık olamamak, laik olamamak, kültürden, sanattan, zekâdan mahrum kalmak, senin temizliğine, çağdaşlığına , dürüstlüğünün yanına bile yakşayamıyor olmak., her vatan evladını ve çağdaş insanları aslında için için kermiriyor. Bundan adımız gibi eminiz. Çünkü öyle bir yaşam eseri ortaya koymuşsun ki, bana mısın diyen sanatçı bir benzerini yapamaz... Bu yazıyı yazarken bile, senin Tükçe'ne layık olmayacak diye korku içerisindeyiz...
Sarı Saçlım, Mavi Gözlüm nerdesin oy?.. Türkülerinle avunuyoruz... Her gün senin sevdiğin şarkıları dinleyerek sanki sana yaklaşıyor gibi oluyoruz. Ama topluma ve kendi yaşamımıza baktığımız zaman, eziliyoruz, büzülüyoruz... çıtayı öyle bir yükseltmişsin ki, yetişmemiz mümkün değil. Altından kaçamak geçişler yapıyoruz... Ata'm uzun sözün kısası, ne senin gibi konuşabiliyoruz, ne senin gibi savaşabiliyoruz, ne senin gibi giyenebiliyoruz, ne de senin gibi fedakarlıklar yapabiliyoruz. Osmanlı yeniden doğuyor diye korkan Avrupa, acaba senin ve Kurtuluş Savaşı'nın yeniden doğuşunu yaşarsa ne yapar, çok merak ediyorum?.. ( 13.56 )
Kadınlar insandır, erkekler insanoğlu…
Tutup da sizlere, bu müthiş sözü benim bulduğumu iddia etmeyeceğim elbette… Çünkü müthiş bir söz… Yılların birikimiyle sözlenmiş bir söz… Bozkırın Tezenesi Neşet Ertaş’a ait… Pekalâ hayatta da böyle mi?..Cinsiyeti olmadığı kitaplarda ısrarla yazılan Allah’a, insanlar neden ‘Allah baba, tanrı baba’ diyebiliyor…
HAKAN YAĞCIOĞLU – Kadın, erkek… Dünya bu cinsiyetlerin üzerine kurulmuş… Tarihte savaşlar, anlaşmazlıklar, barışlar, kadın ve erkek üzerine çıkmış… Daha çok da kadın… Bir de ‘sex’ deyince bizde ‘porno’ akla geliyor, ama kadınlar mağazalara girip, ‘Üni-sex’ diyerek, kadın ve ereklerin giyebileceği ‘Çift cinsiyetli!’ ürün isteyebiliyorlar… İlki toplumda ayıp sayılıyor, sonraki ise doğal…
Dedik ya, dünyada cinsiyet ayrımı öyle hale gelmiş ki, kadınlar öyle ezilmiş ki, öyle ‘ötekileştirilmiş ki’, ‘Dünya Emekçi Kadınlar Günü’, ‘Anneler Günü (Babalar günü sonra uyduruldu)’ ve diğer birçok kadınların anıldığı gün, ‘Senede bir gönülleri olsun’ diye kutlanıyor. Evet aynen öyle, ‘gönülleri olsun’ diye…
‘Dünya Sevgililer Günü’ var bir de… O günde de, nedense, erkekler kadınlara hediye almak zorunda gibi bir algı var… Kompleks yapmayalım, sadece ülkemizde değil dünyanın her yerinde böyle… Her taraf pesbembe oluyor bu özel günlerde, sanki pembe sadece kadınların, mavi de erkeklerin tekelindeymiş gibi…
Yani renklerde bile ayırım var…
Ne garip!.. Acaba erkekler, amazonların intikamını mı alıyor dünyadan?..
‘Analar insandır, erkekler insanoğlu!’… Bozkırın tezenesi söylemiş bu sözcükleri… Küçümsediğimiz Anadolu’nun tam ortasından, tüm dünyaya…
Pekalâ, bu algı nasıl değişir? Önce kadın da erkek de, birbirini arkadaş olarak ve eşit görür. İnsanlığın, fazla veya eksik bir küçücük et parçasından ibaret olmadığını anlamalıdır. Kafası cinsellikte takılı kalmamalıdır (Freud gibi!)… Üreme ihtiyacı doğal karşılanmalı, bunu kadının da erkeğin de istemesinin doğal olduğunu kabullenmeli insan… Erkekler, sokakta gezen kadınların, sizin de bir kardeşiniz olduğu sezgisini yüreğinizde hissetmelisiniz ve saygı duymalısınız. Kadınlar, tüm erkeklerin sizi sadece cinsel obje olarak görmediğini, size gerçekten insan olarak değer verenlerin sayısının az olmadığını bilmelisiniz. Kadınlar özgürlüğünüzü ele almalı, erkeklerin yapabileceği birçok şeyi sizin de yapabileceğinizi bilmeli, kendinize güvenmelisiniz. Kanunların herkes için eşit olduğunu unutmamalısınız… Erkekler, sizin de bir tesettürünüzün olduğunu, bunun da gözleriniz olduğunu unutmamalısınız. Her kadın rahat giyindi diye, sizin onlara cinsel açıdan bakma gibi bir ‘hayvansal bir içgüdünüz’ olmadığını anlamalısınız…
Erkekler, sizin de çevrenizde kadınlar olduğunu unutmamalı, anaya, kız kardeşe, teyzeye, halaya, hala kızına, dayı kızına, amca kızına nasıl bakıyorsanız, diğer kadınlara da önce kardeşçe bakabileceğinizi hatırlamalısınız… (Çünkü doğanızda, hard diskinize bu yüklenmiş zaten)…
Kadınlar, sizler de erkeklere düşman olarak bakmayı bırakmayı, her erkeği aynı görmemeli, onların da bir kalbi ve beyni olduğunu unutmamalı, hayvan muamelesi yapmamalısınız… TV’ler, namus namus deyip, her türlü ahlaksızlığı yapan kadınlarla dolu… Tıpkı, bazı sübyancı din adamları gibi…
Kadınlar, lütfen unutmayınız… Dünyanın hangi ülkesine giderseniz gidin, genellikle, büyük olasılıkla, büyük ihtimalle, ne derseniz deyin, erkekleri de analar büyütüyor… ( 12.25 )
Ülkemde özgürlük var mı?.. Sıkıysa oy vereceğiniz partiyi açıklayın, test edin...
80 milyonluk koskoca ülke... Bir çok badire atlatmış, savaşlardan savaşlara koşmuş... Sonuç mu?.. Sene 2019... Seçim var... Korkudan kimse oy vereceği partiyi açıklayamıyor... Mahalle baskısının daniskası var... Bu mu özgürlük?..
HAKAN YAĞCIOĞLU - Eyy özgürlük... Zülfü Livaneli'nin bu şarkısı, İtalya'da 100 yılın en iyi şarkısı seçildi. Bizim haberimiz yok. 12 Eylül öyle bir korkuttu ki, insanlar hala ilgilendiği siyasi partiyi açıklamaktan korkuyor. Oy verirken bile kağıdı seksen kere katlayıp, perdenin arkasında sağa sola bakıp, öyle oy veriyor. Yazıktır günâhtır. Bu hale getirenlerin Allah cezasını versin...
Pekala sizce Kenan Evren'in, 2015'te Anneler Günü'nde ölmesi ilahi bir tesadüf mü, binlerce ananın göz yaşını akıtmışken. Değil elbette. İlahi adalet sağlandı mı, tabii ki hayır. Yaptıklarıyla çekti gitti. Ama arkasında öyle derin izler bıraktı ki, insanlar hâlâ siyaseten korkuyor ve korkutuluyor... Kimse çıkıp da partisini açıklayamıyor. Gönlünde yatan aslanı söyleyemiyor. Mahalle baskısının daniskası yaşanıyor.
Seçim bir demokrasi bayramı, ama bunu şimdiden zehir ediyorlar. Seçimlere 20 gün var, insanlar sokakta, çarşıda, alış verişte, siyasetten söz ederken, çevresine titrek gözlerle bakıyor. Koskoca ülkeme paranoya hakim. Acaba liderler bu durumu gözden geçiriyorlar mı?.. Demokrasi bu mu, liderlik bu mu, özgürlük bu mu? Biz gazeteciler bile siyasi tercihlerimizi açık açık konuşamaz ve yazamaz olduk. Yazık bu ülkeye be, çok yazık....
At izi, it izine karışmış. Kimin eli kimin cebinde belli değil. Cumadan çıkan esnaf, ilk yakaladığını kazıklamak için kolları sıvıyor. Geçtiğimiz günlerde cuma namazını kılmak üzere camiye girmek üzere olan bir insanın, elindeki cep telefonundan, İzmit'te olmasına rağmen "Yahu ben şimdi Ankara'dayım pazartesi gelirim" diye bağıra bağıra yalan söylediğini duydu bu kulaklar... Külliyen yalan ve günah... ( 14.56 )